Sosyal İzolasyon Hatırası’20
- İlke Aydın
- 12 Nis 2020
- 3 dakikada okunur

Şu an aklımdaki her şeyi boşaltmak istiyorum bu sayfaya. İçimden geçenleri bir kovayı ters çevirip içindekileri döker gibi dökmek, alakalı alakasız tüm duygularımı yazmak istiyorum ve bir bütünlük sağlamak için çaba sarf etmeyi düşünmüyorum.
Aklına bir şey gelir, sonra başka bir şey, sonra bu düşündüklerin sana başka bir şey hatırlatır ve sonunda maymun düşüncelerin seni beklemediğin bir yere getirmiş bulunur ya, “Buraya nasıl geldim ben?” der kalırsın.
2020 yılı böyle olmadı mı tam olarak? Biri 2020 yılını planlarlarken aklına bir şey gelmiş, sonra başka bir şey ve başka şeyler. Sonra aklına gelenlerin hepsini 2020 yılına serpiştirmiş gibi. Çok garip zamanlardan geçiyoruz. Bu yazımı bundan bir 10 yıl sonra okumak isterim. Umarım 10 yıl sonra bu dönemi abartılı bir şekilde dramatize ederek ama yine de “iyi atlattık” hissiyle hatırlarım. Bu seneyi umarım çok fazla yazı yazdığım, yogada yeni pozlar öğrendiğim, onlarca online konserde dans ettiğim, bir sürü online söyleşiye katıldığım bir sene olarak hatırlarım. En çok bitirdiğim dizileri hatırlayacağım büyük ihtimalle.
Dışarıda bir savaş var sanki. Cehaletle tıbbın savaşı. Tıp süngülerle savaşıyor ve cehalet sayıca üstün. Durum iyi görünmüyor. İşin kötüsü, destek olmak için cepheye gitmenin de bir yararı yok. Aksine evde oturuyoruz yardım etmek için. Ah… Bu ezeli bir savaş. Her an şartları, konumu, temsilcileri değişiyor ama cehaletin ve bilimin savaşı asla bitmiyor.
Yalnız kaldık. Onlarca arkadaşımız, yüzlerce takipçimiz, uzaktan akrabalarımız, çekirdek ailemiz, belki sevgilimiz, konu komşu, el gün, kimimiz kimsemiz olmasına rağmen bugünlerde hepimiz ayrı evlerde yalnız kaldık.
Evde kalmanın da ayrı bir tadı var aslında. Keyifli sayılır. Maaşın yatıyorsa, maaşın yetiyorsa, evin varsa. Şu dönem bittikten sonra ilk yapacağım şey ne olur acaba? Muhtemelen gece öğreniriz bittiğini ve ertesi gün dersim başlar. Yine de böyle bir dönemden sonra okula gitmek bile bir seremoni. Sabah uyanmak, kahvaltı hazırlamak, kahve içmek, bir bayram sabahıymış gibi özenle giyinmek ve sonunda kapının dışına çıkmak. Markete, eczaneye, fırına gitmek için değil; okuluma, arkadaşlarıma, kovulana kadar çalıştığımız laboratuvara gitmek için bu sefer. Sabah ayazıyla eski bir dostummuş gibi karşılaşırım, sarılırım ona. Derin bir nefesle temiz havayı içime çekmek olur ilk işim.
Dışarı hiç çıkmıyor değiliz kabul ediyorum hapiste sayılmayız ama bu farklı. Korkmadan dışarıda olmak, toplu taşımayla derse gidecek olmak farklı. Ne zaman bu kadar özel oldu bu? Her gün gittiğim yolu bile özledim. Kalabalığı hiç özlemedim ama tramvayı özledim. Birkaç durak daha ilerlesem liseme ulaşacağımı hissetmeyi özledim. Ay lisemi çok özledim. Ama eski zamanlarını. Şimdiki rezil hali içimi acıtıyor. İlk dersten hemen sonra arkadaşlarımla kahve içmeyi ve çok yüksek ihtimalle ikinci dersi ekmeyi özledim.
Çok sıradan şeylerin değerini hissediyorum. Her gün yaptığımız şeylerin değerini unutuyoruz belki de. Aslında her an çok kıymetli. Bütün bunlar bittikten sonra da evde uzun uzun boş zamanlarımın olduğu bugünleri özleyeceğimden eminim. Tek endişem bu dönemi “keşke şunu da yapsaydım” diye hatırlamak. Bir daha olmayacak böyle bir boşluk hayatımda, eminim bundan neredeyse. Olmasın da zaten. Dışarıda savaş var. Yine de eğer evde kalmak dışında elimden bir şey gelmiyorsa evdeki zamanımı kendimce dolu dolu geçirmeliyim. Bazen “dolu dolu” ayaklarımı uzatıp yatmayı da seviyor olabilirim. Kurarım dengesini bir noktada. Bu konuda endişelenmeyeceğim.
Umarım tüm bunlar bittiğinde güneşli bir gün karşılar bizi, herkes hijyenin gerekliliğini anlamış olur ve bu uzun sürede alışkanlık haline getirir; metrobüsler limon kolonyası kokmaya devam eder ve sosyal mesafe sonsuza kadar korunur. Bu keşke mümkün olsaydı gerçekten. İstanbul fazla samimi bir şehir. Umarım tüm bunlar bittiğinde bugünleri olduğu kadar kötü hatırlamayız, umarım bugünleri abartılı bir şekilde dramatize ederek ama yine de “iyi atlattık” hissiyle hatırlarız.
Comments